"birbirimizi sorular sorarak değil, yaşayarak tanıyoruz"
-tanıyamadınız mı daha birbirinizi :)
-ilk başta tanıdığın gibi olmuyor-muş galiba insanlar
-tabi ki cünkü genelde baslarda herkes kendini tanıtmak istedigi gibi tanıtıyor
-kötü bişi ama bu
-kendini oldugu gibi tanıtmak zor bisi herkes öle olamz en azından bence
-ewt biliorum ama düşünsene bi insanı seviosun, ilk başlarda gördüğün haline tavrına göre seviosun yada sevmiosun, e zamanla insan kendi haline dönmeye başlıosa sevgin nolcak
-sevgi de evrimleşmez mi :)
-ya insanın kendi hali gösterdiği halinden daha güzel diilse
-"evrim" kelimesi hep de olumlu bi anlam katmaz sanırım ha? düşün ki insanlar da evrimleşti, dünya daha mı iyi oldu hayır olmadı
...
...
...
- bir cam ne kadar şeffaf olursa olsun siz sadece evinizdeki camın ardından dışarı bakarak rüzgarı, yağmuru, soğuğu, güneşi..vs hissebilir misiniz? ne kadar basit bir soru değil mi ve hissetmek ne kadar kolay aslında??
- peki iş empati kurmaya gelince zor olan ne?
- karşımızdakinin duygularını, düşüncelerini onun gözüyle anlamaya çalışmak ilişkilerimizi daha kolay hale getirebilecekken neden yapmıyoruz, kendimizi onun yerine koyamıyoruz?
- acaba kendimizi hatalı bulmaktan mı korkuyoruz?
- kendimizi eleştirmek söz konusu olduğunda başkalarına olduğu kadar cömert davranamıyor muyuz?
- yada bazen erkek - kadın ilişkilerinde olduğu gibi erkekler kadınları hiç anlamamıştır zaten diyip kolayca işin içinden sıyrılıyor muyuz? peki aynı kadın ve erkek karşısındakinin sevgisini anlayabiliyor, hissedebiliyorken başka şeylerde neden anlaşılmaz oluveriyor?
- herşeyin en kolay yolu üzerinde düşünmeden yaşayıp geçmek olabilir ama bunu yapabilenler için, yapamayanların da kafası böyle sorularla dolup taşıyor, hiç birşey denklemlerle çözülmüyor.
insan olmak, herşeyin denge üzerine yaratıldığı dünyada aslında ip cambazı olmaktır.
daima daha fazlasını isteyen bir insan olursanız, ne olduğunuz yerde mutlu olursunuz ne de olacağınız yerlerde; hep azıyla yetinen bir insan olursanız da olduğunuz yerde dururken sıkıntıdan mutsuz olursunuz.
temkinli adımlarla yol alırsanız büyük hayaller kuramazsınız, gerçekleşmediğinde üzülmemek adına, kimseyi deli gibi sevemezsiniz yalnız kaldığınızda boşluğu hissetmemek için; düşünmeden önünüze bakmadan attığınız adımlarsa çiğnemeden yuttuğunuz lokmalar gibidir, damağınız da hiç bir tat bırakmaz.
insanoğluna bu dünyaya gelmeden önce hayatı gösterilirmiş ve hayatını yaşamak isteyip istemediği sorulurmuş, bizler bu soruya evet diyenleriz. acaba neden? yaşarken hüzün ve üzüntü bizi yoğun hatta belki gereğinden fazla etkiliyor da sevinçli anlarımızı aynı derecede hissedemiyor muyuz? belki öyle uzaktan kendimize baktığımızda gördüğümüz mutlu ifade, hissettiğimizden çok çok daha güzeldi ve bizler buradayız.
o kadar basit ki esasen hepimiz aynı şeyleri istiyoruz, sevdiklerimizle çevrili bir kutu kutu pense halkasın da hem onlara hem bize düşüyor iş, onlar bize mutluluğu yaşatanlar, onlar bizim bu dünyaya geliş nedenimiz. o halkanın içinde, dönüp dururken aman size birşey olmasın diye gözünü üstünüzden ayırmayan bir annenin varlığı, iyi zaman kötü zaman ayırdetmeden hep o halkanın üyesi olacak kardeşler, halkanızı büyüten arkdaşlar, ve elinizi tutup gözlerinize bakarken kalbinize dokunabilen bir insan, yetmez mi?